14 Ocak 2013 Pazartesi

CEHALET MUTLULUK MUDUR?

Siz nasıl tanımlarsınız bilmiyorum ama benim için cahil, bilmeyen değildir. Bilmediğini bilene cahil demem, bildiğini zannedene cahil derim. Kendini medeni, bilinçli ve modern zanneden ama aslında düşüncesiz, bilinçsiz ve sabit fikirli olan bir kesim var, hatta bir çoğunluk var. İlkokulda bize “ezberlettikleri” sayesinde çoğumuz kitap ve gazete okuyan, gündemi takip eden, tiyatro ve sinemaya giden herkesi kültürlü, eğitimli ve bilinçli zannediyoruz. Ha bir de okul bitirmişler için mürekkep yalamış denir ya onların varsayılan ayarı zaten eğitimlidir. Kimse oturup düşünüyor mu acaba makine mühendisliğinde okutulan akışkanlar mekaniğinin insana ne tür bir görgü kazandırabileceğini? Gazete, kitap, tiyatro, sinema vs hepsi tamam ama ne kafasıyla yapıyorsunuz onu merak ediyorum ben. Tuz ruhu kafası mı desem çamaşır suyu mantığı mı desem bilemiyorum.

Benim eğitimden anladığım şey kendini geliştirmektir. Üniversitede mesleki eğitim alırsın ki her meslek için üniversite bitirmek de gerekmez. Ama üniversiteye derse girmeye gidip ders bitince doğrudan evine dönüyorsan senden bi’ mok olmaz kardeşim! Öğrenmek için defalarca hata yapabileceğin en güzel yaşlardır bunlar. Saçma sapan insanlara âşık olup üzüleceksin, üzülüp sünger gibi içecek ve köprü altında kendini rezil edeceksin, sayısız aptallıklar yapıp yaptıklarından pişman olacaksın, mümkünse tiyatro kulübü ya da dağcılık kulübü gibi kulüplere girip dersleri unutacaksın. 30 yaşlarına geldiğinde de “Ulen iyi ki yapmışız bunları diyeceksin” çünkü yapmadıysan aynı okuldan eve gittiğin gibi şimdi de işten eve giden, evlenmen beklenen yaşta sevmediği biriyle evlenmiş, doğurman gerektiği yaşta doğurup sonra da lanet etmiş bir ebeveyn ve işinden nefret eden bir çalışan olmuşsun demektir. Bu durumda da her akşam aynı saatte haberleri dinleyip memleketin haline küfreden, eşiyle sadece Cumartesi geceleri ve yatak odasında seks yapan, her sabah serviste ya da vapurda gazetesini okuyan, sosyalleşmek için arkadaşlarıyla tiyatroya giden bir tipsin. En önemlisi de ne mutlusun, ne kültürlüsün, ne bilinçlisin ne de yaşamının kontrolü senin ellerinde.

Bunlar her gün sokakta yüzlercesini gördüğümüz kurumsal tiplemeler. Bir de bana göre daha beter bir grup var, ben bunlara yeşil saçlılar diyorum. Bunlar genellikle reklam, grafik, tasarım vb işlerde “kreatif” (nedense yaratıcı demekten daha havalı buluyorlar böylesini) bölümlerde çalışan insanlar. Sanki yaratıcılık suratına taktığın piercing sayısı ve saçının rengini doğallıktan en uzak renge boyatmanla bağlantılıymış gibi bir mantık var. Yanlış anlamayın, kimsenin giyim tarzı ya da kendini ifade ediş biçimine değil lafım. “Alışmamış dötte don durmaz” demeye çalışıyorum sadece. Hep bir eğretilik, hep bir özenti var bu yüzeysel maskenin altında. Maskeyi çıkardığında içinden sıradan bir tip çıkıyor genellikle. Kiss dinler misiniz bilmiyorum ama adamların makyajsız halini görsem tanımam ben. Peki, uyuz muyum bu adamlara? Hiç değilim, çok da yakıştırıyorlar. Çünkü gerçekten içlerinden gelen bu, gerçekten böyle rahat ediyorlar, böyle mutlu oluyorlar. Öte yandan bizim yerli gruplara bakıyorum (en güzel örneklerden biri Model olabilir) ve içimden “Senin gözüne çektiğin sürmeye ..ıçayım!” demek geliyor. Geçenlerde televizyonda Southpark’ın yaratıcılarını gördüm. Adamların sıra dışı fotoğraflarını da görebilirsiniz orada burada ama genellikle alıştığımız, her gün sokakta görebileceğimiz tiplerden farksızlar. Peki, yaratıcılıkları tartışılabilir mi? Herhalde buna “evet” diyecek kimse çıkmaz. Uzun lafın kısası, ben buradan iki sonuç çıkarıyorum. Birincisi, yaratıcı olmak için sıra dışı görünmek gibi bir kural yok. İkincisi ve bence en önemlisi de OLDUĞUN GİBİ GÖRÜNMEN gerektiği yoksa benim gibi kılçık bir tip çıkar, dalga geçer seninleJ.

Gelelim cahil diye adlandırdığım son gruba. En güzelini en sona sakladım! Bunlar erdiğini zanneden, zannetmese de öyle göstermeye çalışan tipler. Yoga moda oldu diye kursa yazılırlar ama felsefesiyle ilgili en ufak bir fikirleri yoktur. Tek bildikleri şey, şalvar giyip bol miktarda boncuklu kolye takmaktır. Bir de Caddebostan sahile filan gittiklerinde bağdaş kurup gözler kapalı şekilde resim çektirerek Facebook’ta paylaşırlar. Benim aklıma bundan daha zavallı bir görüntü gelmiyor! Kardeşim madem erdin; bu dünyanın lükslerinden, bağımlılıklarından vs kurtuldun neden bunu Facebook ortamına ispatlama derdindesin hala? Üstelik o pozisyonu almadan önce fotoğraf makinesinin yerini ayarlama işi var, nasıl göründüm endişesiyle bir sürü fotoğraf denemesi yapma derdi var, çekim öncesi tarzına uygun kıyafet tasarımı var, var oğlu var! Yoga okulun vardır ya da eğitmensindir, hem kendini hem Yoga’yı tanıtmak istersin, ayak parmağınla burnunu karıştırabildiğin bir resim koyarsın, onu anlarım. Ama sen sahile inmiş piyasa yaparken bu bağdaş kurma hali de ne?
Az kalsın unutuyordum, bunlar aynı zamanda şair, yazar, düşünür ve hatta bir çeşit Guru olduklarına inanan tipler. Facebook ya da Twitter’da günde onlarca kez içinde sekiz kez sevgi, beş kez paylaşım, altı kez “Ol”mak geçen cümleler kurarlar. Yani aslında nüfusumuzun en az %70’i birer Mevlana olacak da tesis yok, harcanıyorlar burada. Hemen şuracıkta benim de içimden birkaç tane böyle cümle kurmak geçti, kurmadan geçemeyeceğim:

-       Sevgiyi paylaşmak aynı karda açan bir çiçek gibi. Farkındalığın rüzgârları egomu savurdu bugün uzak diyarlara, çıplak tepelere. Öz’ün tüm masumiyeti oradaki çıplak tepelerde, tüm çıplaklığıyla üçüncü gözümü açıyor. An’da Ol’mak gibisi yok. Sen de Ol ki sevesin, sev ki Ol’asın. Sal çayırlara tüm sevgini, bütünün birliğine kucak aç.

Türkçe tercümesi: Ne yazdığım hakkında en ufak bir fikrim yok ama herkes Öz ve Ol’u böyle büyük harfle yazıyor. Ben de yazdım ki bu işleri biliyorum zannetsinler. Bu kelimeleri yeni öğrendim ve cümle içinde kullandım ama çok güzel oldu. Benden kesin şair olur da anlamadığım tek bi’ şey var. O kadar sevgi diyorum, paylaşım diyorum bi’ karı düşmedi daha (ya da hala zengin bir koca bulamadım).

Garip ama ben hala umutluyum. Her gittiğim yerde gerçek insanları arıyorum. Olduğu gibi davranan, kendini belli kalıplara sokma gereği görmeyen, neyi bildiğini ve neyi bilmediğini bilen gerçek insanlar. Ha bu arada yazımın başlığındaki soruya cevap vermedim. Bence cevap hem EVET hem de HAYIR.

EVET; çünkü uyuyan insan uykuda olduğunun farkında değildir. Uykusundaki rüyaları gerçekten farksızdır onun için. Ayrıca, benzerlerini bulması ve kendini yalnız hissetmemesi de çok olasıdır. Herkes oyundaki rolünü oynar ve bunun bir oyun bile olduğunu bilmeden mutlu olduğunu düşünmeye devam eder.

HAYIR; çünkü en güzel şey gerçektir. Çok acı çekiyor olmama rağmen Nişantaşı’nda saçını röfle yaptırmak ve Demet Akalın dinlemekten başka bir derdi olmayan biri olmaya değişmezdim acılarımı ve yalnızlığımı. Gerçek öyle bir şey ki üzüntünün gerçeği nasıl yıkıcıysa mutluluğun gerçeği de sahte mutluluğun rakip bile olamayacağı bir yoğunluk, doluluk, derinlik getiriyor. Belki mutlu olduğumuz anlar, yukarıdaki cahillerin mutlu olduklarını sandıkları anlardan daha azdır ama daha gerçek oldukları kesin. J