8 Ekim 2012 Pazartesi

SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN?

Bugün yengemin ofisine gittim. Kendisinin turizm acentesi var. Gittiğimiz tatille ilgili otel ve uçak faturasını alacaktım. Ofisine girdiğimde bir müşterisi vardı, konuşmalarını bölmek istemedim, bir kenara oturup beklemeye başladım. Bir yandan da “Abi ben niye bekliyorum ki? Fatura almaktan başka işim yok” diye düşünürken yengem, “Siz tanıştınız mı?” diye sordu ve ekledi: “Bilmem ne hanımcım, bakın bu benim yeğenim Deniz. Deniz, ÇOK DEĞERLİ BİR İNSANLA tanışacaksın şimdi. Bilmem ne hanım bilmem nerenin GENEL MÜDÜRÜ”.

 

Merhaba Bilmem Ne Hanım, ben de Deniz. Ama ne önemi var? Ben sizin kadar değerli değilim, bilmem nerenin genel müdürü olmadığım için beni adam yerine koymanıza gerek yok. Bense büyük şeref duydum sizinle tanışmaktan.

 

 

 

 

 

 

BU MUDUR YANİ?

 

İnsan sadece insan olmaktan ne zaman çıktı? Ne zaman isminin önündeki unvanlar tüm varlığını temsil eder oldu?

Mesleği ya da yaptığı iş dışında bir kimlik edinememiş tüm insanlarda görülen ortak özellikler:

1.) Kendini tanıtırken mutlaka pozisyonu ya da mesleğini belirtmek:
“Merhaba bendeniz emekli edebiyat öğretmeni Mualla Şenyuva.”
Peki ama bundan bize ne? Biz Topçular’a geçiyoruz feribotla. Şu anda da tostumuzu yiyoruz. Teyze sen kahvaltıyı magic mushroom’la mı yaptın?
2.) Girdiği her ortamda konuyu mutlaka yaptığı işe getirmek:
Facebook sayesinde ortaokul sınıf buluşması yaptığımızda da buna şahit olmuştum. Ben eski günleri anacağız, hocaları çekiştireceğiz, gülmekten çatlayacağız diye düşünürken ortam birden iş mülakatına gelmiş insanların bulunduğu bir toplantı odasına dönüştü. “Bilmem ne bölümünü bitirdikten sonra master için Londra’ya gittim. Mezuniyetim sonrasında bir süre Londra’da, ardından San Francisco’da çalıştım. Şu anda zart zurt şirketinin bilmem ne müdürüyüm.”
Peki ama bundan bize ne? Sen okuldaki su savaşında kafana yumurta yemiştin, benim kafama da un dökmüşlerdi. Ben bunlardan bahsederiz diye düşünüyordum.
3.) Kendi meslek grubuyla ilgili eleştirileri asla kabul etmemek ve kişisel almak: Herhalde her meslek grubundan işini layıkıyla yapanlar olduğu gibi işine hiç saygısı olmayan ve mesleğini suiistimal eden insanlar olduğu konusunda herkes hemfikirdir. Ama bu gruba giren tipler bu gerçeği asla kabul etmez. Onlara göre paragöz doktor yoktur, deli psikolog yoktur, işverenini soyan muhasebeci yoktur, müvekkilini dolandıran avukat yoktur, öğrencisine soru satan öğretmen yoktur.


İnsan neden mühendis, mimar, ressam, tesisatçı ya da çöpçü olmadan önce insan olmaya çalışmaz?

Meslek dediğimiz şey hayatımızı sürdürmek için para kazanma aracından başka nedir?

Dürüst, düşünceli ve espritüel bir satış temsilcisi huysuz, kaba ve bencil bir satış müdüründen daha iyi bir arkadaş olmaz mı?

Maalesef bizim toplumumuz ve kültürümüz de bu durumu teşvik ediyor. “Güce tapan” bir toplumuz biz. Adeta birilerinin yanında ezilmeyi, boynumuzu bükmeyi, birilerine hayranlık duymayı ve birileri tarafından güdülmeyi seviyoruz. O birileri de bundan faydalanıyor. Zaten böyle bir ailede büyümüş çoğu insan da kendi kendine bile değer verebilmek için bir statü edinmekten başka çare bulamıyor. İnsanlar evlenirken bile şirketine eleman alacakmış gibi seçimler yapıyor. Ben üniversite mezunuysam, eşim de olmalı. Ben ayda bu kadar kazandığıma göre o da en az şu kadar kazanmalı, vs. Oysa ben bir sürü odun makine mühendisi tanıyorum, iki lafı bir edemeyen öğretmen tanıyorum. Aynı zamanda apartman yöneticisinden daha kibar ve daha akıllı bir kapıcı, Rock müziğin kitabını yazabilecek bir iş makinesi sürücüsü de tanıyorum.

SEN BENİM KİM OLDUĞUMU BİLİYOR MUSUN?
BEN SENİN KİM OLDUĞUNU BİLİYORUM DA SEN BİLİYOR MUSUN ASLINDA KİM OLDUĞUNU?

1 Ekim 2012 Pazartesi

DOLUNAY GECESİ BİR KURTKADININ KALEMİNDEN…

Ne yazacağımı bilmiyorum, daha doğrusu hangi birini yazacağımı bilmiyorum. O kadar doluyum ki… Küçük insanlara bu kadar büyük yer ayırmalı mı hayatta? Sanırım ben ayırdım, çok da büyük hata ettim.

Yeni biriyle tanıştığımda çoğunluğun aksine %100’e yakın bir güvenle başlarım ilişkiye. Tabi vücut dili, verdiği ilk izlenim bana çok ters gelmediyse. Başlangıç aşamasında daha anlayışlı olmaya, duyduklarımı ve gördüklerimi iyiye yormaya, varsayımlarda fazla bulunmamaya çalışırım. Sonra ne mi olur? Her bir “küçük” insanı devleştirir ve tepeme çıkmalarına izin veririm. Ve bir gün gelir, artık “Ben neden bu insanla aynı masada oturuyorum?”a varacak bir noktaya gelmişimdir.

Şimdi şu “küçük” insanları kategorize ederek açıklayalım (iyice bir dökeyim içimi, bu gece dolunay da olduğu için ekstra doluyum zaten):

1.   SONRADAN GÖRMELER: Sonradan gördükleri her ne ise onlardan başka kimse görmemiş zannederler. Oysa gördükleri şey sadece paradır, kâğıt parçası yani. O kâğıt parçası onları ayrıcalıklı, üstün, zevk ve stil sahibi, gurme, zeki yapar bir anda. Temelleri olmayan bir binaya kat çıkmaya benzer. Aslında yaşam kalitesini artırdığını zannederken sadece görgüsüzlüğünü ve kibrini artırır. Parasına tapmıyorsanız gaz yapar. Hazımsızlıktan devamlı osurur, her lafında metan gazı yayılır etrafa.
2.   HADDİNİ BİLMEZLER: Sizden herhangi bir sinyal, samimiyet belirtisi, davet, vs görmeden hayatınızın tam da merkezine oturmaya çalışırlar. Haber vermeden çat kapı gelmeler, gecenin bir yarısında abuk sabuk bir sebeple aramalar, “paylaşım” bahanesi altında etinizden ve sütünüzden yararlanma girişimleri en sık görülen özellikleri arasındadır.
3.   DİNİME KÜFREDİP MÜSLÜMAN OLMAYANLAR: Kendi eksikliklerini sizi eleştirerek gidermeye çalışan ahmaklardır. Her tür psikolojik analizi yapmakta kendini son derece başarılı gören bu grup henüz kendi söküğünü dikebilmiş değildir. Durmadan kişisel gelişim kitapları okuyup çeşitli kurs ve seminerlere giderek anlamlarını bilmedikleri ve asla bilemeyecekleri kelimeleri cümle içinde kullanmaya bayılırlar. Bunlar sadece ezbere konuşur, devamlı alıntı yapar ve böylece kendilerini entelektüel ve bilinçli hissederler.
4.   PASİF AGRESİFLER: Son derece kendine güvensiz ve kompleksli bir gruptur. Size bozulmuş, kızmış, gücenmiş ya da küsmüş olduklarını otururken devamlı sallanan bacaklarından anlayabilirsiniz ancak. Mesela onun istediği saatte buluşmadıysanız, bunun acısı kat kat çıkar. Bunun için herhangi bir şeyi saldırı malzemesine dönüştürebilirler. Çeşitli saldırılara maruz kalırken gerçekten onu neyin rahatsız ettiğini asla öğrenemezsiniz.
5.   BİLİRKİŞİLER: Bunlar her zaman son sözü söyleyen olmak ister. Her zaman haklılardır ve her zaman en doğrusunu onlar bilir. Kazara aynı fikirde olmazsanız, yandınız. Günlerce aynı konu tekrar tekrar açılır ve sizi ikna etme çabaları devam eder. Durumdan kurtulmak için “he canım he” derseniz dötleri iyice kalkar. Demezseniz, bu kısırdöngü aynen sürer gider. İki ucu boklu değnek yani!
6.   KAF DAĞINDAKİLER: Bunlardaki kibir muhtemelen bir tek Fatih Terim ve Bülent Ersoy’da vardır. Kendine bakarken pembe, başkalarına bakarken siyah gözlüklerini takarlar. İşin garip tarafı böbürlenmeyi belki de en az hak eden gruptur çünkü hatalarını en çok tekrarlayanlar bunlardır.

Benim hayatımda maalesef 6 gruptan da insan var ve ben elimde bir sihirli değnek olsa şu anda hayatımdan yok olup gitmelerini isterdim. Kavga etmeden, kimseye bir şey öğretmeye ya da açıklamaya çalışmadan onlar kendi yoluna, ben kendi yoluma… İnsan merak ediyor, ben bunların kıçına nasıl bir kazık soktum diye. Bence en olası kazık mutluluk kazığı. “Kötü gün dostu” derler ya, ben ona inanmıyorum artık. Kötü gün dostu bulmak kolay çünkü siz ne zaman bir sorununuzdan bahsetseniz, karşı taraf “ohhh ben daha iyi durumdayım” diye sevinecek bir sebep buluyor. Ama o mutsuzken, siz mutluysanız öldünüz!
Sanki
Siz de mutsuz olursanız o mutlu olacak!
Siz tatile gidemezseniz, o gidecek!
Siz çocuk doğuramazsanız, o doğuracak!
Siz para kazanamazsanız, o kazanacak!
Bu liste sürer gider. Valla insanın mutsuz olası geliyor, şöyle bir üzülsem de bunlar beni rahat bıraksa hesabı.

Bu yazının bir sonuç bölümü yok çünkü sonuç kafamda da, hayatımda da yok. Ben de henüz ne yapacağımı bilmiyorum. Yazının başında da dediğim gibi DOLUNAY GECESİ BİR KURTKADININ KALEMİNDEN sadece…