19 Aralık 2011 Pazartesi

Hayatımın içine eden meslek grupları – 2

Efendim bu bölümdeki ilk hedefimiz devlet memurları. Ben bunların bırakın Türkiye’yi bu gezegenden olmadıklarına inanıyorum. Devlet memuru dedim ama aslında bu başlık genişletilebilir. Özel ya da devlet üniversitesi olsun fark etmez, öğrenci işlerini düşünün mesela. Gider bankonun önünde durursunuz, görevliyle aranızda taş çatlasa 50-60 santim vardır ama siz orada 24 saat dikilseniz bile sizin varlığınızdan haberdar ya da rahatsız olmaması mümkündür. Su faturası ya da elektrik faturası ödemeye gittiğinizde de durum aynıdır. Ama mümkünse hayat boyu nüfus idaresi, tapu müdürlüğü ya da sigorta kurumuna gitmeyin! Bunlar bu kategorinin en zorlu temsilcileridir. Sabrınızı sınamak için dünyaya gelmiş varlıklardır. En önemli özellikleri oraya her ne iş için geldiyseniz sanki o işi yüzlerce kez yapmışsınız gibi davranmalarıdır. Devamlı aptal muamelesi görürsünüz. Bir keresinde nüfus cüzdanımı değiştirmek için gittiğimde 1 kişi tarafından 30-40 saniyede yapılabilecek bir işlemi nasıl 3 kişiye paylaştırarak süreci 15-20 dakikaya uzattıklarına şahit oldum. Önce zırt görevlisinden ilgili belgeyi alırsınız. Sanki adamdan belgeyi değil, canını istemişsiniz gibi son derece ekşimik bir suratı vardır. Aldığınız belgeye damga gerekiyordur, bunun için sıraya girersiniz. Sıraya kaynak yapmaya çalışanlara önce ters ters bakmanızı, işe yaramıyorsa dirsek müdahalesinde bulunmanızı tavsiye ederim. Sıradayken damga basmanın ne kadar zahmet verici ve uzun bir işlem olabileceğine şaşarsınız. Bu adımı da atlattıktan sonra son aşama yani imza aşamasına gelirsiniz. Annem de zamanında bu aşamada çalıştığı için biliyorum. Kendisi semt pazarından dolmalık biber, vb. alıp son derece yoğun mesai saatleri içinde yemek için ön hazırlıkları yapardı. Bu aşama üst düzey aşama olduğundan muhatap olacağınız zat da bir o kadar zor bir insandır. Zaman zaman ürkütücü boyutlara erişebilir. Buradaki süreci hızlandırmanın en etkili yolu söz konusu kişiyle hemşehri çıkmaktır. Bir keresinde nüfus cüzdanımda evlenince değişen memleketim dolayısıyla hayatımda hiç bulunmadığım, hatta yerini haritada bile gösteremeyeceğim bir şehir sayesinde işlerimi epey hızlandırmayı başarmıştım. Uzun lafın kısası herhangi bir devlet kurumundan işinizi kimseyle papaz olmadan halledip çıkabiliyorsanız bilin ki hayata hazırsınız. Artık hiçbir şey sizi yıldıramaz!
Gelelim reklamcı grubuna… Bunlar sevimli, sosyal ve espritüel görünümlerinin altında son derece arıza bir gruptur. Özellikle dişileri arasında tehlikeli olanlarına da rastlanır. Genel eğilim “saçım ne kadar yeşilse, o kadar yaratıcıyım” yönündedir. Dişileri genellikle çok kısa saçlıdır, hani oğlan çocuğu kısalığında. Sanırım “saçı uzun, aklı kısa” deyişini benimsemiş bir topluluk da denebilir. Gündemi yakından takip ederler, etmezlerse kendilerini çok geride kalmış hissederler. Asla evde yemek yapmazlar, çok geleneksel ve banal bir şeydir bu. En önemli özellikleri dünyada reklamlar olmazsa dünyanın duracağına inanmalarıdır. İşyerinde kullandıkları terimleri tüm toplum biliyor zannederler, bilmeyene rastlarlarsa çok şaşırırlar. Eski (buradaki “eski” yıllardır arkadaşım anlamında değil, artık arkadaşım değil anlamında kullanılmıştır) bir reklamcı arkadaşın oturduğu apartmandakilerden bahsederken “bizim bütün apartman C grubu” dediğini hatırlıyorum. Hatırlamaz olaydım, tüylerim diken diken oldu yine! “Reklama” girmesin diye ismini söyleyemeyeceğim bir cep telefonu, tablet, bilgisayar, vb. markasının Türkiye sözcüsü zannedebilirsiniz bunları. Uygulama yerine aplikasyon demeyi tercih ederler ve “50 koruma faktörlü güneş kremi uygulaması”, “günlük ped uygulaması”, “bira yanında tekila uygulaması”, “evdeki bakıcıyı kamerayla dikizleme uygulaması” gibi özelliklerle hayatlarını kolaylaştırmaya çalışır ve bu nedenle de telefonları olmadan büyük abdeste bile çıkamazlar (oysa kabızlık aplikasyonu indirebilirler).

Sıra geldi benim en favori gruplarımdan birine: Psikologlar… Senelerce bu grubun en fanatik savunucularından biriydim. “Ay ben deli miyim psikologa gideceğim, ne işim var?” diyenlerden hiç olmadım. Bu mesleğe hala da saygım var ama artık bana mı denk geldi desem yoksa bunlar da uçmuş mu desem emin olamıyorum. Bir kez daha istisnaları konumuz dışında bırakarak başıma gelen birkaç olaydan bahsetmek istiyorum. Öncelikle şu soruyu sorarak başlamak istiyorum: Neden psikologa gitme gereği duyarız? Kendi başımıza ya da arkadaşlarımız, ailemiz, vb. yardımıyla çözemediğimiz sorunlarımız vardır ve bir uzmana görünmek isteriz. Uzman deyince benim aklıma en azından benden daha iyi durumda olan biri geliyorJ Peki gittiğiniz uzman hoşuna gitmeyen şeyler söylediğinizde göz seğirmesini kontrol edemez halde karşınızda oturuyorsa ne yaparsınız? Bir merhem verip “Buyurun kelinize sürün lütfen” demek gelmez mi içinizden? Ya da odasına girdiğinizde oda viski kokuyorsa ve seans esnasında masanın altından iki tık çakıveriyorsa? Terapiden çok ocakbaşı muhabbetine dönüşmüş bir tarzda “Amaaaan boş ver bunları, dünyayı gez, rahatlarsın” gibi önerilerde bulunuyorsa? Evet, şaka gibi ama ben bunlara şahit oldum. Üstelik bu iki örnek iki ayrı terapiste ait. Bir başkası ise rolleri değişmişiz de sanki kendisi anlatmaya gelmiş gibi bana kocasını anlatmıştı. Bu meslek grubuyla en azından şimdilik ilişkimi kesmiş bulunuyorum. Önümüzdeki maçlara bakacağız artık.
Bu liste daha çok uzar. Bana sorarsanız, hangi meslekten olursa olsun adam, adam olmayınca ne bilgisayar mühendisinden hayır geliyor ne de son ütücüden. Mesleği ya da statüsü tüm kimliğini ele geçirmiş insanları hayatımızdan uzak tutalım, kuru ve serin bir yerde saklayalım derim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder