15 Aralık 2011 Perşembe

YAŞAM KOÇU VE YAŞAM KOYUNU

Kendimi bildim bileli yatırımı kafaya yaptım. Kafa derken sanmayın ki perma yaptırdım ya da bir gecede bir büyüğü kafaya diktim. Liseden itibaren okumaya başladığım psikoloji ve felsefe kitaplarının yerini son yıllarda kanallık, spiritüellik, astroloji, şifalı taşlar, NLP, Reiki ve daha onlarca benzer konudaki kitap aldı. Konkenden sıkılıp yoga kursuna yazılan teyzelerin sayısındaki artışa bakarsanız toplumda da böyle bir eğilimin arttığını görebilirsiniz. Benim de bu artışla doğru orantılı olarak çevremdeki "spiritüel" insan sayısı arttı. Coştukça coştuk sizin anlayacağınız.
Bir gün yine benimle aynı kafada bir arkadaşım bir kitap kulübünden bahsetti. Kitabın ya da gittiğimiz merkezin ismini vermeyeyim diyorum başım belaya filan girer diye. Üç kız büyük bir gazla gittik Cumartesi günü kitaplarımızı alıp. İçimden "Ayy Lost'ta bile kitap kulübü vardı Darma köyünde, hep özenirdim" diye geçiriyorum içimden başıma geleceklerden habersiz... Ben devamlı soru soran rahatsız bir tipimdir. Sürekli gözlem halinde bir yapım vardır. Gittiğimiz merkezde herkes anlamsız bir sevgi yumağı halinde, birbirini öpüyor ve iltifatlar yağdırıyordu. Mutfakta mola sırasında yenecek börekler, çörekler, kekler dolar gününe mi geldik kaygısı yaşatıyordu. Neyse sonra "guru"muz geldi sınıfa. Kendisi ultra yüksek topuklu ve muhtemelen ultra yüksek fiyatlı ayakkabılar giymiş, her an ölebilecek bir cılızlıkta, soğuk ifadeli, hatta biraz ürkütücü bir kadındı. İçimdeki kıllanan sesi susturdum, kıçımı kırıp oturdum. Kitabı okumaya başladık ve doğal olarak ben yine soru sorup konuşmaya başladım. İlk paparamı o zaman yedim Dallama Laylama'dan. "Senin egon çok yüksek" yani dilimize tercüme edilmiş hali: "Sus bakiyim sen, otur oturduğun yerde".

Eve soru işaretleriyle döndüm. Her ne kadar hatuna kıl da olsam ben kendini çok acımasızca eleştiren bir tipimdir. Egom var mı lan? Harbi çok mu yüksek? Ay gerçekten mi? Ay noolcak? diye dertlendim. İnanmayacaksınız ama aylarca devam ettik oraya. Ve geçen zaman içinde süklüm püklüm bir şeye dönüştük. "Koç"umuz ne derse inanır olduk, epey de bir para döktük kendisine. Bendeki kıllanma çok fena devam ediyordu ama bir yandan da herkes yanlış da ben mi doğruyum diye soruyordum kendime. 

Ve yaz geldi. Programa ara verildi. Bir akşam üç kız balkonda oturup dedikodu yaparken konu mürebbiye kılıklı "koç"umuza geldi. Meğer ne dolmuşuz be kardeşim! Bir döküldük ki sormayın! Meğer kıllanan sadece ben değilmişim. (Ay ben bu yazıları yazarken çok sigara içiyorum, buna bir çözüm bulmam lazım). Kızlardan ikisi derhal uzadılar, daha doğrusu kendilerini kurtardılar. Ben içimdeki şüphelerle boğuşmaya devam ederek kaldım. Elbette kızların arkasından denmedik laf kalmadı: "Gelişime açık değiller", "Egoları çok yüksek", "Farkındalığı düşük", vs vs. Gruptan ayrılan kim varsa embesil, gruba katılan kim varsa üstün insan sayılıyordu. Sonunda bir gün ben de patladım, hem de ne patlama! İçimdeki eli maşalı canavar ortaya çıktı, açtım ağzımı, yumdum gözümü. Gerçi olay milletin önünde gerçekleşmedi, telefonda gerçekleşti ama bir bakıma hayrıma oldu diyebilirim lakin grup tarafından linç edilme riski olabilirdi. Yeni paragrafa geçmeden önce bir ek bilgi vereyim: Söz konusu grup artık kafayı yemenin ötesinde bir frekansta geziniyor. Duyduğum kadarıyla kendileri Pleides gezegeninden gönderilmiş rehberler ve ana geminin kendilerini gelip almasını bekliyorlar...

Zararın neresinden dönsek kardır diyerek bir kitap parasıyla başlayıp yüzbin liralar harcadığım günleri geride bıraktım ve yeni ufuklara yelken açtım. Yeni kitaplar, yeni tartışmalar, yeni kurslar... Sonunda vardığım nokta hiç beklemediğim bir nokta oldu. Hayatındaki tek kişisel gelişim kitabı olarak "Secret"i okuyup varoluşumuzun sırrını çözdüğüne inananlar, kanal olup öte alemden mesajlar alanlar, bilmem ne kızılderililerinin bilmem ne mantarını tüttürüp ruh eşini bulacağını umut edenler, iki günlük kursa bile gitmediği halde psikolog ve yaşam koçu kesilenler ve yetmiyormuş gibi dersler verenler... Şu anda şeyinizi sallasanız (erkekseniz) bir yaşam koçu, kariyer koçu, yaşam mimarı ya da şifacıya çarparsınız. Ham hatta bozuk bir meyveyken "olmuş" olduğunu sanan bu hıyarlardan benim öğreneceğim ne olabilir ki dedim. "Hayata pozitif bakalım, dileyelim ve bekleyelim, evren düşümüzü gerçeğe dönüştürecek". Ulan sen evrene ne verdin ki ne bekliyorsun? Önce ayakkabı takıntından vazgeç, önce empatiyi öğren, kollektif bilince boru hattı döşemek yerine önce kendine soru sormaya cesaret et, kalbini açmadan önce kulaklarını ve gözlerini aç... (Ay çok sinirlendim).

Peki bu "koç"lar neden türedi? Çok fazla "koyun" var da ondan. Tüm koyunlar kendilerini düzecek bir koç arayışında. Üstelik düzülmenin karşılığında bir de para veriyorlar. Benim geldiğim nokta ise şudur: İç sesini dinle. Doğru bildiğin bir insan olmaya özen göster. Kimsenin senin hakkında ne düşündüğünü kafaya fazla takma ama özgürlüğünün sınırlarını da bil, sevmesen bile başkasının sınırlarını ihlal etme. Kişisel gelişime merakın mı var? Al kitabını oku, üzerinde düşün, aklı selim bir arkadaşınla tartış ama "koyun sürülerine" katılma!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder