31 Aralık 2011 Cumartesi

PARA, PARA, PARA...


Malum yeni yıl geliyor. Her yılbaşında ben de pek çokları gibi ulaşılması güç hedefler koyan, yeni öncelikler belirleyen ve anlamsız hayallerini elindeki tam, yarım ya da çeyrek piyango biletine bağlayan biriyim. Garip bir şekilde tek bir gecede her şeyin değişeceğine inanıyoruz ya da inanmak istiyoruz. Neyse konumuz bu değil aslında bugün.
Yeni yıl yaklaşırken televizyondaki parfüm reklamlarının ne kadar arttığını fark ettiniz mi? Ben oldum olası bu reklamlara uyuz olurum. Fasulye sırığı gibi incecik ve uzun boylu bir kız, son derece kaslı ve dar kalçalı bir erkek, spor arabalar, pahalı mücevherler, ışıltılı elbiseler, vs. vs. Bu reklamlarda bize satmaya çalıştıkları parfüm değil aslında, bu imaj. Sanki ben o parfümü alınca birdenbire popom eriyecek, boyum uzayacak, bizim beyin karnında baklavalar çıkacak, otoparktaki araba aniden üstü açılır hale gelecek ve biz Paris, Milano gibi bir yerde yaşıyor olacağız. Her gün hunharca seks yapacağız, kafam kadar pırlanta yüzüğüm olacak ve seksapelden üzerimizde yumurta pişirecek derecede ateşli ateşli kırmızı halılarda yürüyeceğiz. Ee o zaman hala duruyor olmak aptallık olur, gidip o parfümü almak lazım!
Geçen gün bir TV programına yapay yılbaşı ağacı ve süsleri pazarlayan bir firmanın temsilcisi konuk olmuştu. Benim bildiğim ağaç yeşil olur. Hadi mevsimlerden sonbahar diyelim, o zaman da sararan, kızaran yapraklarıyla toprak tonlarına bürünür. Peki, siz hiç mor ya da mavi çam ağacı gördünüz mü ya da beyaz veya kırmızı? Efendim mor ağaçla en güzel giden süsler dore süslermiş, gümüş rengi süsler siyah ağaç üstünde güzel duruyormuş falan. Yuh! Bunları alanlara da katmerli yuh!
Olay yılbaşı ile sınırlı kalsa yine iyi. Daha bunun Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü var. Kişiye özel olmayan ne kadar gün varsa ben hepsinin uyduruk olduğunu düşünenlerdenim. Mesela Anneler Günü yaklaşırken yayınlanan reklamları bir düşünün. Hepsi de duygu sömürücü reklamlar. Bu tutum daha ne kadar zalimleşecek diye merak ediyorum bazen. Annesini kaybedenler bir yana, benim aklıma en çok çocuğunu kaybeden anneler gelir ve hep düşünürüm bu insanlar ne hissediyordur bu günlerde diye.
Bu sözde özel günler bizleri tüketime özendirmek için biçilmiş kaftan benim gözümde. Hediye almazsak sevilmediğimize inanmaya başladık. Sevgimizin ölçüsü verdiğimiz hediyenin fiyatıyla hesaplanır hale geldi. Biliyorum çok geyik gelecek ama eskiden bayramlarda mendil filan verilirdi, şimdiki çocuklar bayram harçlığını beğenmiyor, cep telefonu filan istiyor bayram hediyesi olarak.
Özel günlerdeki dayatma aslına bakarsanız normal günlerde de devam ediyor, gözümüzün içine sokarak değil belki ama daha sinsice ve derinden. Televizyondaki moda programlarına bakın, varoştan fırlamış genç kızlarımız işinden ayrılma pahasına bu yarışmalara katılıp bir aylık maaşlarından daha fazlasını kıyafetlere harcıyor. Üstelik bir de televizyona çıkıp ekranlarda aşağılanma kısmı var, bir nevi sado-mazo ilişki biçimi olsa gerek…
Bu kadar söylendikten sonra gören de beni her gün basma entariyle geziyor sanır. Bu söylediklerime ters düşecek gibi görünse de ben giyime epey önem veren bir tipim. Renk uyumunun olmadığı bir kıyafetle dışarı çıkmayı düşünemem bile (malum Başak burcu psikopatlıkları). Aksesuarlarım olmazsa olmaz zaten. Ama kıyafetlerimin hiçbiri bir servet değerinde değil. Pazardan bir sürü şey alırım, indirimden de. Hiçbir markaya bağımlılığım yok. Özellikle de tişörtlerin üzerine kafam kadar harflerle adını yazan markalara! Alışverişi moda ya da trendlere göre değil, ihtiyaca ve işleve göre yaparım (kendimi şımartmak için aldığım birkaç şey hariç). Giysi ya da ayakkabı alırken önce rahatlığa bakarım, şıklık ikinci planda gelir. Hediye konusuna gelince vaktim varsa bir şeyler almak yerine vereceğim hediyeyi kendim yapmayı tercih ederim. Eşim, annem, anneannem ve arkadaşlarıma yaptığım bazı hediyeler belki size de fikir verebilir:
-          Birlikte çektirdiğimiz fotoğrafları kesip renkli bir fon kâğıdına yapıştırdıktan sonra çerçeveleterek yaptığım kolâjlar.
-          Boncuk ve taşlarla hazırladığım kolye, küpe ve bilezikler.
-          (Bu benim favorim): Yılın 12 ayını üşenmeden dikdörtgen şeklinde kestiğim kartonlara yazdım, her ay için bir fotoğraf koydum ve her sayfanın arkasına ayın yemeği, bir Kızılderili sözü ve önemli günleri yazdığım bir masa takvimi.
Kısacası ne fazla tutumlu ya da pinti ne de tüketim manyağı olmanın bir anlamı yok! Reklamını gördüğümüz ya da vitrinlerde dikkatimizi çeken her şeyi almamıza gerek yok! Sevgililer gününde pırlanta yüzük beklemeye, yılbaşında Kenan Doğulu ya da Bülent Ersoy programlarına para dökmeye, 5 yaşındaki çocuğa doğum gününde tablet almaya, cep telefonumu her yeni çıkan modelle yenilemeye niyetim yok!
Vereceğiniz hediye ya da üzerinizdeki giysi ne olursa olsun niyetiniz iyi olsun! Herkese mutlu yıllarJ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder